hesabın var mı? giriş yap

  • kendisi ile ilgili son insider bilgiler şu şekildedir:

    "1- fildişili boğaz’da ve alkent’te gösterilen evleri beğenmesine karşın tesislere uzak olması nedeniyle kabul etmedi. hatta “apartman dairesi de olur. ama tesislere yakın olsun” dedi.
    2- şu an konaklamakta olduğu four sesons hotel’e ailesinin getirilmesi önerisini “birkaç güne kadar eve çıkacağım o zaman getirin. düzenimi kurayım, öyle gelsinler” yanıtını verdi.
    3- kendi özel basın danışmanına “kendimi türkiye’de g.saray taraftarına ispat edene kadar bana röportaj alma” talimatı verdi.
    4- sarı-kırmızılıların performans uzmanı scott piri’ye “eksiklerim var bana özel programı ver” diyerek profesyonelliğini ortaya koydu.
    5- drogba ayrıca tam 2 bin 500 g.saray forması sipariş etti. yıldız futbolcu bunları ülkesine gönderecek."

    (bkz: copy paste'in ustasıyım gözlerinin hastasıyım)

  • insanoğlunun yaşamı boyuna uğraştığı şeylerin başında hayata bir anlam katmak geliyor sanırım. hayatı tamamen amaçsız ve boşu boşuna yaşamanın getirdiği gerilimden kurtulmanın en güzel yollarından biri, kişinin kendine sorduğu onlarca soruya verecek cevaplar bulması. bazıları hayatının anlamını “var olmak” ile açıklayacak, bazıları ise hep bir şeyleri "aramak"ta olduklarını söyleyeceklerdir. hayatın anlamsızlığının altını çizen varoluşçu yazarlar bile bunu pessimistik bir nihilizme değil de, yapıcı bir mekanizmaya bağlama ihtiyacı hissetmiştir. nefes alabildiğimiz saniyeleri değerli bir şey için harcadığımızı düşünmenin gerekliliği, bir yandan aksinin mümkün olduğunu aklımıza getirmememizi telkin eder. sürekli yapacak şeyler vardır, gezecek ülkeler, tanışacak insanlar, yiyecek yemekler… dünyanın sunduğu o kadar çok şey vardır ki, bu karmaşa içinde pek çok şeyi neden yaptığını sorgulamak bile istemez insan. la grande bellezza bütün bu yolculuğu sonuna yakın bir yerden tutmak istiyor. kimselerin pek yaklaşmak istemeyeceği, itici, depresif bir nokta aslında. ama bu filmde benzerlerinde olmayan eşsiz bir şey de var: uzun süredir yaratılmış en iyi karakterlerden biri.

    jep gambardella ile tanışmak aslında 70lerin sonu, 80lerin başındaki woody allen karakterleri ile tanışmak gibi. gerçekten itici olabilecek sınırda gezinirken, iç hesaplaşmaları ile izleyiciyi bambaşka bir gezintiye çıkartıyor. akıllı, komik, eleştirel, hatta yer yer sinir bozucu olmasının yanında, hayatı boyunca hep bir şeylerle karşılaşmış ama bunların çok azını içselleştirebilmiş. misojinist değil de misantrop olduğunun gururla dile getiren, arkadaş ortamlarında ölçüyü kaçırmakta herhangi bir sıkıntı görmeyen, hep çemberin içinde olan ama aslında hep dışarıdan bakmaya çalışan ve içten içe sürekli bir şeyleri arayan biri. ama o kadar uzun zaman geçmiş ki, artık ne aradığını hatırlamakta bile zorlanıyor. “muhteşem güzellik” evet, pek çoğumuzun aradığı gibi. ama ne olduğu konusunda kaçımızın elle tutulur bir fikri var ki? üstelik roma’nın büyülü mekanlarına girip çıkabilecek etkiye sahip olmasına rağmen bunlardan aldığı tatmininin sınırlılığı düşünülünce, zevk ve sefa içinde geçen bir hayatın sonunda geldiği nokta düşündürücü.

    gambardella’nın bizim bilincimizdeki hikayesi 65. yaş günü ile başlıyor. bizi alıp roma burjuvazisinin anlamsız zevkler panayırına götürüyor. onlara attığı küçümseyen bakışlarına rağmen onlardan da kopamadığı belli olan gambardella, ilk romanını 35 yıl önce yazıp hem eleştirel hem finansal büyük bir başarı kazandıktan sonra roma’dan hiç ayrılmamış. “muhteşem güzellik” roma’da saklı gibi görünüyor, ama gambardella nerede olduğunu biliyor gibi görünmüyor. ya da arayışından bir noktada vazgeçmiş ve kendini hayatın anlamsızlığı için zevke duyarsızlaşacak derecede hedonist bir noktaya konumlandırmış. tabi bu roma güzellemesi olan film, bir noktada fellini diye bağıran tiyatral ve episodik yapısını kırmak durumunda kalıyor. bir ölüm haberi ile. gambardella’nın yıllar boyu görmediği ama öldüğünü öğrenene kadar da en değer verdiği kimse olduğunu farkedemediği kişinin ölümü: ilk aşkının. muhtemelen onun ilham perisi olmuş, belki de “muhteşem güzellik” arayışına onu iten bu kimse, anılarda tekrar karşımıza çıkıyor. film bir anda yaşlı atmosferinden sıyrılarak kendini gençliğin sıcaklığına teslim ediyor. belki de o sıcaklık, gambardella’yı bütün bu tatsızlık içinde bile hala yaşamaya itiyor. diğer insanların uyanmaya karar verdiği saatte uykuya dalmaya itiyor. yıllar sonra tekrar aşık olmaya itiyor. o enerjinin merkezinde hala bir miktar kalmış durumda.

    35 yıl boyunca kitap yazmamış olmasını, yazacak değerde bir şey bulamaması ile açıklasa da, bunun dürüst bir yaklaşım olmadığı ortada. paolo sorrentino, bu eşsiz karakterini ön plana çıkaracak zıt karakterlerle beslemeyi sürdürüyor. aslında filmde karşımıza çıkan pek çok karakter gambardella’nun bir yönüyle karşıtı. yazar arkadaşı mesela, asla istediği başarıya ulaşamıyor ama yazmaya devam ediyor, ona kötü davranın bir kadına aşık ve sadık kalmaya çalışıyor. ya da ilk aşkının kocası, aradan geçen zamandan sonra yeni bir kadınla birlikte olmaya başlıyor ve sıradan hayatlarında ne kadar mutlu olduklarını açık bir şekilde ifade ediyor. zenginlik ve lüks içinde yaşayan gambardella kıskançlık, küçümseme ve samimiyet karışımı bir ifade ile “siz ne kadar güzel insanlarsınız.” diyor. insanların yaşama sevinci, bir şeyler yapabilecek enerjiyi bulabilme gücü hem küçümsenmesi gereken hem de gıpta ile baktığı bir şey onun için. filmin sonunda gelen 100 küsür yaşındaki azize karakteri ise, artık gambardella’nın yaşadığı absürd anlamsızlık içinde ayrı bir zirve oluşturarak hikayesini noktalandırıyor. hayatını bir güzelliğe ulaşmak için harcamak değil, harcanın hayatın içindeki güzelliklere tutunmak belki de tek çare gibi görünüyor. gambardella hayatındaki sıcacık o anıya tekrar tekrar döndüğünde, o duyguyu hissedebildiğini, ve gerçekten güzelliği orada araması gerektiğini düşünüyor. tanıdığı, sevdiği herkes teker teker ölürken veya onu terk edip giderken oluşan derin boşluğu dolduracak malzemeye sahip olup olmadığından emin değil, ama denemekten başka çaresi de yok gibi görünüyor. sonu olmayan hedonizmin bir çözüm olmadığını biraz geç de olsa fark etmiş ve bir şeyler üretmenin belki de varoluş acılarına merhem olacağını biliyor. bu karanlık komedi, sonunda çok aydınlık bir çözüm yolu sunuyor. sorrentino belli ki kendine sık sık öğütlediği şeyi, karakteri üzerinden bize yansıtıyor.

    paolo sorrentino, fellini’ye olan öykünmesini gizlememiş, ama filmini onun tarzıyla sınırlı tutmamış. komik unsurlarını küçük burjuvazinin enteresan saplantıları üzerine kurmuş, bir yandan da karakterinin derin yolculuğuna bizi görsel olarak da davet edebilmeyi başarmış. hem komik hem de dramatik yönünü bu kadar başarılı tutabilmesi, ikisinin gücünü de sinerjik şekilde arttırıyor. bir saniye bile durmayan kamerası müzik videosu çeken bir eda ile gezinirken, roma’nın güzelliğini fotoğraflarken ölen japon turisti, botokscu doktoruna hindistan’da mükemmel bir dizanteriye yakalandığını anlatan kadını, yıllarca tek bir cümle bile kurmayan komşunun gizli sırlarını, televizyonu olmadığı için anlamsız bir gurur duyan ve bunu her fırsatta dile getiren kadını ve pek çok benzersiz ayrıntıyı da yakalamayı beceriyor. dahası filmin zıt uçlarda gezinen müzikleri de bir filmde abartılı müzik kullanımı nasıl başarılı olabilir, bu konuda bir ders gibi. arvo part’ın minimal klasik müziği ile en kitsch disko şarkıları aynı filmin içinde ancak bu kadar başarılı eriyip gidebilirmiş.

    sorrentino şimdilik kendi “muhtelem güzellik”ini bulmuş gibi görünüyor. şiirsel olduğu kadar komik, komik olduğu kadar derin, derin olduğu kadar karmaşık yapısı ile tanımlanamayan bir yerde duruyor. italyan sinemasının uzun süredir çıkardığı en iyi iş, ve buna yaklaşacak bir eser çıkarmaları biraz zaman alacaktır.

  • özeti eeaaaaaoooooooo olan program. izlemeyenler için aktarayım:

    abdulkerim: şimdi hocccam falan filan yani
    sinan engin: eamaa aaeeooo
    ahmet çakar: aeeaeeeeeeee
    rok: haydaaaaaeeeeaaaaaa
    ertem: arkadaşlar herkes aynı anda konuşmasın!

  • neye kime göre yalakalık...

    daha 1 sene öncesinde (bkz: istanbul united) diyorduk, kardeşiz diyorduk ? aziz yıldırım şike yapmışsa bu tüm fenerbahçe'nin şikeci olduğunu mu gösterir ? yıldırım demirören türk futbolu'nun içine etmişse bu beşiktaş'ın suçu mudur ?

    bırakın artık bu muhabbetleri.. sallayacaksan git abdülrahim albayrak'a salla biz de basalım şukuyu !

  • takımla maç yapma kısmına takıldım bu ödüllerde.
    türkiye'de yenilmedik oluşum kalsın istemiyorlar herhalde.

    edit büdüt: şimdi editlemek istemezdim ama takımla deplasman gezisi de sıkıntılı. düşünsenize uçakla gittiğiniz yerden takımın yediği gol sayısına göre otobüs, minibüs, zeplin bilimum araçlara dönüyorsunuz. artık fark fazla olursa otobüsü çekin diye önüne mi sürerler köle gibi bilemedim. futbolcuların gerçek hayattaki zekası oyun zekası gibiyse orada unutulmanız da ciddi bir olasılık. olmadı 11 kişi + siz para toplayıp özel araç falan tutulur, adamlar zengin.

    bu arada ben de fenerbahçe'liyim ama en son chelsea maçına gittim, zirvede bıraktım.*

  • tamı tamına altı dönemdir devlet başkanlığı yapmakta olan ve hemen her döneminde anayasal bir değişiklik yaptırarak ya görev süresini, ya bir kişinin seçime girebilme sayısını ya da seçime katılma kriterlerini değiştirmiş olan küçük gölün büyük balığı diyebileceğimiz otokrat.

    2007 ya da 2008 yılıydı; kendisine uygulanan yurt dışı seyahat yasağı yeni kaldırılmıştı ve kendisi ilk seyahatini vatikan'a yapmıştı. bu eylemi bile, tarihten örneklerini imite ederek dini ve siyaseti birbirine harmanlayan modern çağ diktatörü ya da otokratı diyebileceğimiz strongman familyasının bir üyesi olduğunu gösteriyor.

    siyasi ideolojiden bağımsız olarak söylemek gerekirse, 21'inci yüzyıl dünyasında herhangi bir ülkeyi tam altı (6) seçim dönemidir aynı insan yönetiyorsa, orada muhakkak bir problem var demektir. aynı parti demiyorum, aynı görüş de demiyorum. aynı insan diyorum! gün itibariyle, kendini demokrasi olarak kabul eden hiçbir ülkede böyle bir durumun aktüel bir örneği mevcut değildir.

    sırf bu nedenle bile gitmesi gerekirken, son yaptıklarıyla hem kendisini uluslar arası çevrelerde komik duruma düşürmüş hem de içerideki desteğinin ne kadar azaldığını farkında olmadan ispatlamış olmuş. an itibariyle kendisi bir strongman değil, kağıttan kaplan'dır ve gidişatı ömer el-beşir'in bir buçuk sene evvelki halini çok benzer şekilde andırmaktadır.

  • gençlik ve spor bakanlığı cümlesi. feyk hesaptan vatandaş taklidi yaparak kendi kendilerini aklamaya çalışırken tiviti yanlışlıkla resmi hesaptan atıp yine rezil rüsva olmuşlar. koskoca ülkenin bakanlıklarının uğraştığı şu işlere, düştüğü şu kepaze duruma bakın. neyse en azından yeni bir bkz. doğmuş oldu.

    bari bu vesileyle 19 mayıs'ı da doğru düzgün kutlamış olalım. pek kıymetsiz ve saygıya değmeyen devlet yetkilileri: atatürk'ü anmak için profilinizi "epey atatürk"le donatıp sahte rollere girmeniz değil, onun ilkeleri ve vizyonunu yaşatmanız gerekliydi ama yapmadınız. zaten bu yüzden bugün bu kadar acınacak haldesiniz ve gömülmeniz çok yakın. arkanızdan coşkuyla kutlayacağımız nice 19 mayıs'lara...

  • şunu arda turan yapsa demeyeceğinizi bırakmazsınız. ikiyüzlüsünüz amk.

  • filmin silinmiş sahneleri sonradan bluray baskısına eklenmişti. ama bir de kayıp sahneler var.

    1. tuco'nun konfederasyon topraklarındaki küçük bir kasabadan zorla para aldığı sahne. bir kadın da var. fransa'da gösterime gireceği zaman fragmanlarda görülmüş ama sinema versiyonunda yok. görsel

    https://youtu.be/bfiafq12w6s

    2. melek göz'ün kendinden bahsettiği sahne.

    uzun yıllar boyunca bu sahneyle ilgili tek bilgi veya kanıt, filmin ingilizce lobi kartlarından birinde hâlâ yer alan bir fotoğraftı. görsel bir nehir kıyısında, filmin kötüsü angel-eyes, blondie'ye, filmin olay örgüsünün odaklandığı kayıp konfederasyon altınını aramaya nasıl dahil olduğunu açıklıyor. bu sahneden hiçbir görüntü henüz ortaya çıkmadı.

    3. çölde iskelet

    tuco'nun susuz kalmış blondie'yi çölde gezdirdiği sahneler arasında, blondie'nin bitik halde kısmen kuma gömülmüş bir hayvan iskeletine kaydığı ek bir sahne de vardı, ancak sinema versiyonuna eklenmedi. https://vimeo.com/…source=vimeo_logo&owner=10881768

    4. tuco'nun blondie'ye karşı top kullanması

    filmin sonlarında blondie, tuco'ya karşı top atışı yapar. sahnede, tuco önce kendine bir top bulur ve topuyla nişan alır ancak top tekleyip parçalara ayrılır. fransızca fragmanında bu sahne var.

    https://youtu.be/d5ppskzfvpu